son kuşlarda uçup gitmis yuvadan
gayri bana mektup yazan el mi var
bir yük kalmış bana bunca çabadan
kime satsam pazarımda al mı var
yiğit ölmüş meydan kalmış gayrisi
benim nam salmaya hevesim mi var
han yıkılmış bana küser hancısı
benim yol gitmeye dermanım mı var
aşk yüklenmiş masuk aşmış çölleri
benim meşk dilinde nazarim mi var
abdal dile düşmüş sultan yıkmış sarayı
benim bir dikili mezarım mı var
toprak berekettir saki sunar haramı
benim tohum veren hasadım mı var
kime sorsam dem yaşadım zamanı
benim gün görmeye suratım mı var
Ab ı şerbet sunar buyur izzeti ikramı
benim tat demeye damağım mı var
beyler buyur bekler meclisinde sunağı
benim kıl çadırdan konağım mı var
22 Ocak 2017 Pazar
GÜMÜŞ GERDANLIK KEHRİBAR KOLYE
gümüş gerdanlık ,kehribar kolye
uzun bir boyun ve gamze
titreyen ellerin dokunuşu ellere
ıslanan dudaklar
ürperen vücut
terleyen avuç....
sevdanın vurgunu geçici
şehveti kovalayan gölgeler
rüya mi gerçek mi
seni yaşamak için
bulduğum ahenk ,çaldığım ezgi
yazdığım şiir
istedigi bir bedene itiyor beni
karanlıkta masumiyet saklayan
dar bir noktada saklıyor
seni sevme nedenini
gümüş gerdanlık ,kehribar kolye
nefsimi yudumlayan yüzün
ayaklarinin arasındaki zemberek
kilitler içinde kilit
sırrımı açığa çıkarmak için
zevkimi bekliyor vakit
SITEM
kalemin ucundan dökülür sitem
bir tatlı sözünü yar duymayinca
bir türkünün dizelerinden vurulur adam
göğsüne yıldırım düşer
ağlaması bir geceden koyudur
gönlünden rahmet bekleyen gözleri
zifire benzer bir renk alır
akar damarlarından en ince sızı
ve
ölmek yaşamak kadar basit kalır
yangın yerine dönen ruhum
kurşun yüküyle kalkar ayağa
yapraklar sürülür dallarından
alaca kuşlar mektubunu yitirir
ayışığı küser ilkin geceden
ve nazlanir dalında karanfil
hoş ben bu saatten sonra
dünyaya gayri mülteciyim
kursunun ağırlığını iyi bilirim
istasyonda linç edilen elvadan
geçirir pencesini yüreğime
küstah bir kederdir oysa beklediğin
satır aralarında vurulurken cumlelerim
sürgüne sürülmüş bir devrimci gibi
bekler mi beni düşlerin
hangi kalp yakarsa eşsiz kibrimi
yakar bir kalbin kibri eşsiz kalbini
zinciri boynuna asılı duran zaman
bir dilek kadar yakınsin bana
uzak ve yakın bir kavram kadar
kanaattir hükümdur kesindir sana
beklemek seni kaybetmek kesin
silinir hatıran unutmam lakin
yaşamak ölmek kadar basit
ve gönlüm düşman elinde
kaybediyorum gençliğimi demesi ayıp
darmadağın ağaçlar kış gölgesinde
filizlenir aşkımdam solgun kardelen
sıtkimdan toprağım yar sayiklayip
seni sordum her gece ah şiirime
araması güzeldir dedi bulması kayıp
dirilir dünden kalma gönlüm
bir.mahşer yerinde düşer peşine
sevmek bir yastıkta olmaksa lakin
yattığım topraktir bilki suretin
Adım adım başlıyor korkularım
ne yapsam boş
gözlerimi kapatıyorum
çığlık kulaklarımı deliyor
nefesim kesiliyor
ölmekten korkar ya insan
belki korkudan ölüyorum
dünya bir avuç gülüşün hürmetine
Sana hizmetkar oluyor ya
ben
bir ruhun teslimi için onca sancı çekiyorum
filmler hayatlar üstüne kuruluyor
ben romanlar yazıyorum
şiirler kimsenin oluyor ...
akşam kapanıyor gözleri sevdiğim çiçeğin
ve renkler derin uykuya dalıyor
çocuk sesleri ve içim
susuyorlar
cinler neyi anlatmak için
her dakika kapımı çalıyorlar
Oysa ben seni arıyorum
her şey her şeyin aynısı olduğu bir yerde
Kayboluyorum çoğu kez , tükeniyorum
sonra caresizlik içinde
ellerim bir sırrı buluyor
oku diye başlayan bir kitapta yitiyor gözlerim
mehtabı medcezire mahkum ediyorum
Alıp götürüyor düşlerim beni
üşüyorum üstüme çekiyorum geceyi
O an
şafaktan kızıl bir gün vuruyor üstüme
tan yerine düşüyor sicilim
bütün her şey siliniyor defterimden
filmler hayatlar üzerine kuruluyor
ben romanlar yazıyorum
şiirler hiç kimsenin ...
Adım adım bitiyor korkularım
kapatıyorum gözlerimi
çığlık kulaklarımı deliyor
boşlukta adını diliyorum
son kez söylemek istiyorum
Dilim dilime dolaşıyor
Susuyorum
Kalbime bir seyler dokunuyor
şiir sanıyorum ilkin
Sonra yüzümü kapatıyor ellerin
Farkına varmak için bir şeylerin
Artık çok geç diyor biri
Görmüyorum ama anlıyorum
velakin
Amin....
13 Ocak 2017 Cuma
SESE DAIR
mahzun bir sestir o
yumuşatır içini
durulur nefretin
kadifeden kalptir
çeker seni yanına
gel der
yüzünün ekşiliğini gider
dünyalık ne varsa biter
suçlarını kucaklayan çocuk
yavaşça dinle beni
ağır ağır yudum yudum
bağışla nefsini
gülümse kibrine
insan bir inancın ümidiyle
affedebilmeli
en kutsal bildiğinden başla
topraktan esirgemeden
ve bir şey bir şeylerin içinde bitmeden
insan bulabilir mi sanarsın onu
mümkünü yok kendini yitirmeden
kendinden esirgeme bunu
kadifeden bir sestir bu
Allah u ekber diyerekten
çeker seni yanına
küsme der
kalbinin vesvesesini bırak
kusursuz olan
sana yakındır değil ki ırak
insan bir inancın ümidiyle
gülebilmeli
toprak kendinden olanı
kendine çektiği zaman
bir an ki kapat gözlerini
itaat et, imtihan et kendini
bir ses kadifeden yumuşak
bir ses
sana yakındır bana değil ırak
12 Ocak 2017 Perşembe
SENE IKI BIN ALTI
sene iki bin altı
ben bir su damlasıyım
şeyh şabanı veli çeşmesinde
kime sorsanız tadım farklı
hızla ellere düşüyorum
eller dualı
ellerin duası farklı farklı
sene iki bin altı
ben bir türbe örtüsuyüm
aşıklı sultan türbesinde
gözler örtünün altında meraklı
usul usul açılıyor örtü
gözler açık gözler kapalı
gözler örtünün altında saklı
sene iki bin altı
ben bir akrebim
saat kulesinin içinde
herkes bana tutsak
her şey bana planlı
ağır ağır tüketiyorum anı
zaman en çok zamana bağlı
sene iki bin altı
ben bir burcum
Kastamonu kalesinin tepesinde
ayaklarımın altında bir şehir
ayaklarımın altında bir nehir
göklere kadar ulaşır kalenin ruhu
gökler ancak gokte bulur huzuru
sene iki bin altı
ben bir şadırvanım
nasrullah camisinde
etrafım guvercinlerle kaplı
güvercinler şadırvana konmalı
ellerinde yemleriyle çocuklar
çocuklar güvercinlerin olmalı
11 Ocak 2017 Çarşamba
PARMAKLIKLAR
sevdiğim yazarın öyküleri gibi
pişmanlık ve haklılık üzerine
ayrı ayrı duyduğum
birbirinin aynisi hikayeler
ister dinle ister dinleme ama
zaman öyle çabuk geçmez burada
sırtında ağır bir yük gibi durur
bin kere dinlediğin şeyler
sanki ilk kez duyulur
diyorum ki bazen
bugün bari akşam olmasa
saklansa şöyle uzaklara
su cellat duvar
insan her şeye alışıyor da
duvarlar çekilmiyorlar
gözlerim pencerelere takılır çoğu zaman
elbet bende özlüyorum
dışarda kimsem yok gerçi
aylak aylak gezdiğim sokaklar
hiç olmayan arkadaşlar
kahvenin köşesindeki köpekler
mendil satan sümüklü çocuklar
vicdansızlar hırsızlar alçaklar.
hepsinde biraz ben var....
yakında af çıkacak diyor
radyoda ki kız
sonra
birbiri ardına geliyor açıklamalar
memlekette
hukuk var
adalet var
eşitlik var
hürriyet var
refah var
huzur var
bunları kim bozmaya kalkarsa
o zaman konuşur kanunlar
ama genel olmasa da
bazı suçları kapsayan
bir af düşüncemiz var
siz de gülsenize biraz gardiyanlar
işlerine geldi mi
bunlar adama ne güzel rüya satarlar
memlekette kapitalizm var!
her şeye alışıyor da insan
şu cellat duvar
bir de umutlar
akşam olmasa çekilirdi belki
parmaklıklar.. .
ELLERIN LEYLAK KOKUYOR
durma vakti geldiğinde durmalı insan
beklemek sözünü çıkartalı çok oldu hafızamdan
şimdi bir kuş var uzakta
ben yaklaştıkça kaçıyor
ben uzaklaştıkça yaklaşıyor
bir kuş bir sır gibi duruyor
kuşların elleri leylak kokar mı
senin ellerin leylak kokuyor
bir sayfa daha bitiyor takvimden
kaç sayfa kaldı kim biliyor
sonra kuş uçuyor başka bir kuş konuyor
yaklaşıyorum o da korkuyor
senin ellerin leylak kokuyor ...
sonbahar eylülle başlardı önceden
ağaçlardan yapraklar kopardı bir bir
ayrılırdı yeşil fonlardan toprak
yağmurlar gelirdi
ıslak ve sıcak olurdu dünya
bahar olsun da sondan olsun derdin
kuş konardı yanımıza
sonbaharda hangi çiçek olurdu hatırla derdin
direk söylemezdin söyleyeceğini
ben anlamazdan gelir gülüp geçerdim...
gitme vakti geldiğinde gitmeli insan
ayrılık lafını çıkartalı çok oldu hatıramdan
şimdi kuşlar yok
yaşadığım şehir bambaşka
mevsimler bir birine o kadar çok benziyor
kimsenin ellerini koklamıyorum
yağmur toprağa düşmek için çırpınıyor
ben şemsiyelerle geziyorum
insan gülsün de sonradan gülsün derdin
kuşlar uçuyor neden sonra
sanki ilk defa bir kus görüyorum
ellerin leylak kokuyor
bu mevsimde hangi çiçek açıyor
beyaza bürünüyor bütün renkler
gözlerimi kapatıyorum...
bitme vakti geldiğinde bitmeli insan
belki lafını çıkartalı çok oldu hafızamdan
gülüyorum kuşlar kaçmıyor artık
konuyorlar tepeme
her mevsim başka başka çiçekler oluyorum
sonra leylak kokusu duyuyorum
biliyorum biliyorum
ama ben de senin gibiyim
anlatamıyorum...
10 Ocak 2017 Salı
ŞEYTAN VE İNSAN
her şey gelir geçerde
zaman geçmez buradan
bir hikayeden alıntıdır anlatılan
ademin kovulduğu cennetten başlar
düşünceyi bulanın katli vaciptir diyene kadar uzanır
(yaratılan, sonsuzluk içinde en zararlısıdır)
şeytan fikirlere musallat olduğu an
ruh her şeyi götürdü dünyadan
elma kabuğuna asılı duran ağaç
verilen onca nasihatı yuttu
ilk insan kendini merhametle avuttu
yaratan bunu önceden biliyordu
meçhul bir sınav hazırlıksız başlıyordu
elbet kazanan önceden belliydi
yaratan yarattığına nasıl yenilebilirdi!
sabırla bekledi şeytan
ta ki düşünceyi bulunca insan
artık pusuda beklemiyordu
buradaydı, apaçık ortadaydı ve haykırdı
artık anlamalıydı insan
(sonsuzluk içinde en zararlısıydı yaratılan)
önce karanlıklar gündüze muhtaç tutuldu
anda insan aydınlığına ihtiyaç duyuldu
ve düşünce irkildi irin yuvasından
dehşete kapıldı ilk insan
havva ve ademdir dendi yanılgıda olan
tatlı bir şehvetti aslında kandırılan
ve atasının kaybettiği sınava
nasıl tutulurdu yaratılan
her yanlış bir çok doğruyu yuttu
doğrular yepyeni yanlışlar büyüttü
merhamet ve vicdan
artık bir bir saf değiştiriyordu
şeytana doğru yükseliyordu tahminler
önceden belli olan şeyler değildi bunlar
kazanamaz diyordu kitapta şeytan
(sonsuzluk içinde en zararlısıydı yaratılan )
sonra çığlığı andıran bir ses duyuldu
her şeyi yaratan zamanı durdurdu
yeni bir şafak belirdi tepeden
mezarlardan kemikler yükseldi göğe
ruhlar bünyelerine kavuştu
o an gözlerden ırak değildi
şeytan secdeye eğildi
gözetmeniydi dendi alemin
yaratılan şaşırdı dehşete düştü
dedeler meclisine sunuldu ilkin
layıktır denildi bozulması cennetin
bir kitaptan alıntıdır
ademin kovulduğu cennet
insanlara dar gelecekti elbet
6 Ocak 2017 Cuma
YOLCULUK ÜSTÜNE
çekinerek geldi oturdu yanıma
merhaba dedim
dedi merhaba
benziyordu gariban bir adama
yüzünde bir tebessüm
hayırlı yolculuklar abi
eyvallah kardeşim uğurlar ola
kanım kaynadı bu çekingen adama
dedim adın nedir
dedi Osman
sustu biraz sonra konuştu birden
buralar çok güzeldir
sıcak ve bereketli
iş de çok para da abi
eğdi başını
keşke burada doğsaydım
gurbetçiyim be abi
dedim nerelisin
küçük bir kasabasındanmış Kırşehir'in
bilir misin dedi bizim oraları
bozkırın tezenesi Neşet ustayı
bilirim dedim büyük ozan
koltuğa sığmadı gururundan
güldüm güldü
ben çok geçtim oralardan
bozkırın boz toprağından
uzun uzun anlattı
olsaymış işi
bırakmazmış memleketi
konuşmasından anladım çoğalmıştı hasreti
cevizleri çokmuş yalnız pekmezi değil
kavağı da savağı da meşhurmuş
şaşırdım
dedim savağı ilk kez duydum
baktı yüzüme güldü
yolculuk bitti otobüs durdu
çok memnun oldum tanıştığıma
uğurlar ola
giderken arkamdan seslendi
kavağı bitirdiler abim
savağı da bir benim...
BEN SANA NE YAPTIM
Dalından düşen yaprak gibi
düştüm sam yeline
damarlarımda ter köklerimde figan
her şeye küser mi insan
her şeye küser mi insan
yorgunum ,bitkin, çaresiz
oradan oraya savrulan bendeniz
sana olan inancım mı(belirsiz)
denize düşen yağmur gibi
düştüm derdime
itildim, kakıldım ,kandırıldım
sabır dedim sınandım
hep mi hep mi ziyandım
ben sana ne yaptım?
çölleri savuran rüzgar gibi
kapıldım kum yerine
savruldum ,saçıldım, hırpalandım
çiyanlara ,akreplere dost olmadım
sokuldum ,vuruldum, sancılandım
adından başka imdat mı andım
ben sana ne yaptım?
mezara düşen toprak gibi
düştüm gönlüme
isyan etmedim ağıt oldum yakardım
bundan öteside var sandım
ben sana ne yaptım
ruhtan göçen can gibi
kandım ölüme
küfür ettim ,şirke düştüm, inkardım
bildin işte bildin işte kazandın
söyle bana ben sana ne yaptım?
ateş oldum, köze düştüm
yanandım....
ÇİNGENENİN HİKAYESİ
Bir hikayesi vardı çingenenin
bir göl bir balık ve bir adama dair
göl büyük balık küçük adamda adam kadar
gölün adı mavi göldü
pek çok su kaynağı vardı
etrafı çam, kestane
bir de palamut ağaçlarıyla kaplıydı
canlıydı göl çokta berraktı
içinde binlerce balık yaşardı
en çokta sazan vardı
bizim balık da bir sazan değildi
ona kadife derlerdi
kadife kadife gibiydi
sazanlar her oltaya atlardı
kandırılması kolaydı
kadife yumuşacıktı
kolay kolay oltaya da gelmezdi
kafasını kessen
tavada bile zıplar
kolay kolay pes etmezdi
neyse çingene de çok uzattı
hikayenin kısası vardı
göl yakında kuruyacak
balık da ölecek
adam mı!......
5 Ocak 2017 Perşembe
FİKİRLERE DAİR
içi boş lakırdılarla her köşe başında
yargıladım seni ,kınadım
doğru bu değil diyerek doğruyu kendime ait ederek
söylemlerin kalabalığında yitirdim kendimi
değerlerin değersizliğinde
fikir cümleleri kurayım derken
içini boşalttım cevherin
etkili nutuklar atarak hain diye yaftaladığım insan
kendi içimdeki çırpınışlara yem ettim seni
kelimelere tapındım anlamlara takıldım
hep zamana göre yanıldım
hicivlerim yorar beni büyümez ufkum
boşluklar içinde boşluğun sahibi
kaybolurum
lanetlemek ve kutsamak aynı fikri
kutuplaşmanın iksirini
yudum yudum çektim içime
simyacı
içine girenler zehirdir
içinden çıkanlar zehirler derdi
boyutlardaki sır zamanda ki kargaşayla
fiziğin ötesine de gittim
düşünerek dirildim irkildim
kendine esir olan mahluk bendim
özgürlükten mi bahsettim?
Okul yıllarımda gizli gizli şiirler yazardım
Çoğunu kimse okumadı
Kendimden bile sakladım
Cesaretim yoktu
Biraz da utangaçtım
Hem çok da kötü yazardım
Pek çok kez de seni yazardım
Şiirler hep sendi
O yüzden pek çok şiir yazdım
Hayatıma pek çok sen geldi
Kimi uzun saçlı
Kimi renkli gözlü
Kimi dünya iyisi
Başka başkaydı hepsi
Sen okudun mu şiirlerimi
İsmini söyleyemem şimdi
Nasıl bakarım yüzüne
Eskidendi çok eski
Oysa eski sen demekti!
Keşke bilseydin
Çok güzeldi
Ne zaman adımı söylesem
Aklıma adın gelirdi
Unuttum diyor ya insan
Çoğu yalan
Unuttuklarımızmış aslında
Hayattan geriye kalan...
ayaklarına kadar gelen bir yaprağım ben;
hangi rüzgar savurdu buraya bir bilsen,
bilsen de dokunsan yüreğime...
kal burada,
şu köşede, şöylece kal desen...
yangınlardan geçtim,
fırtınalardan kaçtım,
yol, iz bilmem;
kapına geldim işte...
bir ağacın yaprağıyım ben,
başka da bir şey bilmem.
sen biliyorsan da unut,
geldim işte bir umut,
ya dallarınla beni tut,
ya da
kapat kapını,
beni de
kurut...